14 Mayıs 2008 Çarşamba

ZAMAN MUHAKEMESİ


Hayat devam ediyor, ölüm hiç gelmeyecekmiş gibi..
Gelip de, bağlı olduğumuz mal, para, şöhret, güzellik ve nefis urganlarını kesmeyecekmiş gibi..
Sanki bu dünyadan ‘yalnız’ gitmeyecekmişizin kalabalıklığında, kalp ve ruhumuz..
Bunca gerçekliğin içinde, yürüdüğümüz ve bitecek olan ‘zaman koridoru’ için muhakeme yapıp düşünmeye vaktimiz yok mu?
Ben; benim için, sen; senin için.. gel biraz-gel bu yaz, düşünelim kardeşim..

Görüyorsun ki zaman nehri akıyor..
Kıymetini bilemediğimiz en büyük nimet olan boş vakit, niye olmasın hoş ve baki vakit?
Evet, zaman akıyor ama kimisi için hüzün dolu kimisi için sevinç,
Peki bizler hesap gününü düşünüp, ödül yada ceza alacağımız gün için neler yapıyor,
zamanımızı nasıl değerlendiriyoruz?
Kim için ne kadar harcıyoruz vaktimizi?
En kıymetli hazinemizi nasıl kullanıyoruz?
Poyrazda mı savruluyor bir avuç toprak gibi yoksa içinde bulunduğumuz günün mihenk taşlarını keşfedip, sonsuz yaşantımıza sonsuz armağan olarak mı gönderiyoruz?

Şimdi sorgulamak zamanı:
-Ne kadarını 3-5 kuruşluk dünya menfaati ve derd-i maişet(geçim derdi) için,
-Ne kadarını havanın peşinden koşanlar için,
-Ne kadarını hipnotizma kutuları için,
-Ne kadarını boş sohbetler için,
-Ne kadarını meşhurların gayr-i meşruları için,
-Ne kadarını kara hayal perdesinin hayaletleri için,
-Ne kadarını şer yuvalarının masalarında maskeli canavarlar için,
-Ne kadarını zaman katillerinin tezgahlarında oyalanarak, kendimizin ve sevdiklerimizin ebedi hayatını hüsran etmek için harcıyoruz?..

Ya da hakikat güneşine kalbimizi yöneltip ne kadarını aydınlatabiliyoruz?
Sorgulamaya devam edelim lütfen..
Ailemize ne kadarını verebiliyoruz kıymetli zamanımızın?
Bir hikayede anlatıldığı gibi; Oğlumuz ya da kızımız bize harçlıklarından saatlik ücretimizi biriktirip ‘Babacığım-anneciğim 1 saatinizi satın alabilir miyim, benimle oynar mısınız ?’’ diyeceği günü mü bekliyoruz?
Yoksa Rabbimizin hesap gününü mü beklemekteyiz?..
Öyleyse bu kelamı duymaya hazır olalım:
-“Kulum senin dünya işlerin için 23 saat müsaade ettim ve senden 1 saatini istedim. Sen bunu da mı bana veremedin?”
Böyle diyeceği gün hangi yüzle duracağız karşısında?

Küçük bir hesap yapalım:
20-30 yıllık bir saadet uğruna 23 saat, Sonsuz Saadet için ve zaten hazır verilmiş olan nimetler ve verilmekte olanların şükrü için sadece ve sadece 1 saat.. tekrar ediyorum 1 saat.
Bu nasıl bir adalet değil mi? Şaşılacak bir şey doğrusu..
Aslında hepimiz biliyoruz ki adalet değil her şeyiyle ‘’rahmet’’..

Gün bitimini düşünelim bir de..
Akşamları yatağımıza girerken huzurlu muyuz mesela?
“Bugün Allah için, seni Yaratan için ne yaptın?” sorusuna her şeyi ALLAH için yapmamız gerekirken, eli boş düşüncelerle mi dalıyoruz uykuya?
Öyle zamanlar oluyor ki, paslanmış, tozlanmış vicdanlarımız hiç sızlamıyor.
Dostumuz bizden yardım istediğinde, ruhunun çırpınışlarını görürken ona yardım etmediğimizde, vaktimizi onun için ayırmadığımızda, o bizden gönül diliyle yardım beklediğini haykırdığında biz bir şeylerin peşinde koşuşturduğumuzda ve ona yardım edemediğimizde bunun hesabını nasıl vereceğiz?
Ve o arkadaşımız için bu durum hayati bir öneme sahip ise..!

Ayrıca, hayatta tanıştığımız binlerce kişi o gün geldiğinde “Bana neden anlatmadın bunları?” diye sorduğunda dünyalar başımıza yıkılmayacak mı, yerin dibine geçmeyecek miyiz Rabbimizin karşısında?
“Ey kulum yaşadın ama anlatmadın, öğrendin ama öğretmedin, ben seni esirgedim ama sen merhamet edip yardım etmedin. Şimdiyse…...”

Kainatın yaratıcısı sebepleri de elinde tutandır. Gücü yetmez mi sebepler dairesine ki; O gün geldiğinde “Sen benim kulum değilsin ve olamazsın.” desin..
O vakit biz ne yaparız?..
Cehennem azabı bile bizim için nimet değil midir? O'nun kulu olamamaktansa; ateşlerde yanıp sonsuza kadar ama onun kulu olabilmek daha şerefli değil midir?

Rabbimiz buyuruyor: “Ben cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat.56)
O halde; bu O’nsuz telaş treni, Hak istasyonuna ulaştırır mı bizleri?

Muhabbet ve hürmetlerimle...

GÜNEDOĞAN

6 Mayıs 2008 Salı

TELEFONUN AŞKI

Tamamlanmamış işler, yapılacak yeni işler…. Ve gelen telefonlar.. yüksek çaba, enerji düşüklüğü ve stres..
İşlerin yoğun ve bitmez telaşı arasında , kalbimin haykırışlarını daha fazla duymamazlıktan gelemezdim..!

Ben yalnızca maddeden oluşan bir varlık değilim ki..
Gıdasını bekleyen kalbim, saf ve duru hale gelmeyi bekleyen bir ruhum var..
Evet evet..Beni sabırla bekleyen namazıma koşup ruh ve kalbimi ihmal
etmemeli, hayat yokuşunda nefessiz kalmamalıyım..
Şükür ki bu vakitte de ahiretime bir nebze de olsa hazırlığımı yapabildim namazımla..
Her namaz bitiminde anlıyorum ki; Yüce yaratıcımıza kalpten rabıtalarımızı kopartmamamız gerekli.. ve bunun içinse ilk yol; NAMAZ..

Nasıl ki birbirini çok seven 2 sevgili her an birlikte olup, her an görüşmek istiyorsa; hatta sevgilisine duyduğu özlemin sona ermesini ve onu her an yanında, kalbinde hissetmek istiyorsa;
İşte öyle de Hakiki Sevgili'ye kavuşma yolu için, O'nu kalbimizde hissetmek, yakınında olmak için günde 5 vakit randevu verilmiş bizlere.
İnsan ruhlar aleminde verdiği sözü unutmuş olarak geldi dünyaya..
Unuttuklarımızı hatırlamak ve yeniden unutuşun karanlık kuyusuna düşmemek için bizim pek çok ihtiyacımız var. Yaratıcımızın emirlerini yerine getirmemize..
Evet insan unutandır, fakat unuttuktan sonra pişman olabilen ve tövbe edebilen bir varlıktır aynı zamanda.

Namaz kılarken kalbimde yaşadığım ayrılık acısıyla aklıma bir örnek geldi..
Cep telefonunun santrale olan büyük aşkına kulak verelim.
Tüm telefonların ulaşmak istediği sevgili, elektrik santralleridir.
Evet, santraller onlar için vazgeçilmez ve aynı zamanda ulaşılması belli şartlara bağlı ma’şuktur.
Santral onların canıdır, kanıdır ..
Ömürleri boyunca santralden faydalanırlar ve hiç bitmesin isterler..
Garip telefon, santralin nasıl olduğunu nasıl işlediğini bilmez, hem yakından da görmemiştir o çok sevdiği ma’şukunu..
Fakat onun varlığını her şarj edilişinde yeniden hisseder tüm varlığıyla..

Telefonun elektriğe bağlanmasıyla, sevgilisine kavuşmuş mecnun gibidir adeta .
Suya hasretliğinden çatlamış bir toprağın, yağmura kavuşup sevinç kokusunu etrafa yayması gibi.
Telefon da böylesi bir canlılık gösterir. Ekranı parlar, içeriğindekileri tek tek sunar tüm netliğiyle..
Elektriğe bağlandığı an mutluluktan ekranında küçük şekilcikler hareket etmeye başlar, şarj oluyorum gıdamı alıyorum diye.
İşte o an cep telefonunun en güçlü anıdır..
Hem çekim gücü için yeterli elektriğe kavuşmuştur hem de daha güçlü çalışmaya başlamıştır..
Sevgilisine kavuşması , bağlantılarının gerçekleşmesi ile görevini yerine getirebilir haldedir..
Cep telefonu aşık olduğu elektrik ile iç içedir ve sevincini tüm benliğinde yaşamaktadır..

Peki telefon şarj edilmezse ne olur?..
Görevini yerine getiremez, üzülür, kırılır, kalbi acır ve gücü tükenir, tükenir, tükenir…
Zayıflamaya başlar, önce ekran parlaklığı azalır sonra da tuş takımının ışıkları kapanır artık.
Bir süre sonra da çekim zayıflar ve sonunda sevgilisine kavuşamamış olmanın verdiği ızdırap ile
kahrolur ve kapanır.
Artık cep telefonu bitmiştir, yapması gereken görevini yapamaz hale gelmiş..bir nevi büyük bir felç geçirmiştir insanlar gibi..
Telefon bu şekilde özensiz ve gıdasız kullanılmaya devam ederse pili daha çabuk ölür, ömrü biter. Uzun ömürlü derler ya, işte onun için geçerli olmaz bu ifade.
Onun güzel kullanımı için kullanım kılavuzu verilmiştir.
Nerede, nasıl işlem yapmamız gerektiğini gösteren bir kılavuz..
Bu kılavuzdaki yönergeleri okuyup uygulamazsak telefonumuzun ömrü kısa olur.
Ve bir diğer konu ; elektrik santralinin telefona ihtiyacı yoktur, telefon olmazsa da santralin bir kaybı yoktur.

Bu hayali örneğin ardından seccadeye dalmış gözlerimi bir süre daha orada tuttum, işleri bir süreliğine unuttum ve düşündüm ki;
Rabbimizin bize ihtiyacı yok..!
Namazlarımıza ise hiç ihtiyacı yok..!
Ama bizim..
Sizin, benim , herkesin..
Kalbimizi bir telefon gibi düşünüp O’na açmaya, rahmetine sevgisine bağlayıp şarj etmeye ihtiyacımız yok mu !?..

Eğer yok diyorsanız bu sonucu da seviyor olmalısınız!
-1400 yıldır insanlık bir asr-ı saadete yani; kardeşçe yaşamaya, düşmanlıkların ve savaşların son bulmasına, dünyanın geçici olduğu ve ötelere hazırlanmak gerektiği bilincine muhtaç ..
-Her haliyle şefkat ve sevgi sunan Efendimizi tanımaya muhtaç..
-Velhasıl insanlık kendisini Yaratan’a yakınlaşmaya ve sonsuzluk saadeti elde etmeye muhtaç..
Dünyamızın genelindeki zulümler.. Sokaklarda yatan sevgiden mahrum insanlar, aç ve açıkta kalan çocuklar ve onların acılı yürekleri..daha nice niceleri..

Ne dersiniz..
Hepimiz O’na muhtaç değil miyiz?..
Santralimize bağlanıp ışıklanmaya, kalbimizi şarj etmeye ve böylelikle yararlı bir insan olmaya..
Öyleyse günün belirlenmiş vakitlerinde prize koşmamız gerekiyor..
Elektrik prizimiz olan namaz ibadeti bizi her türlü kötülükten koruyacaktır.
Dosdoğru olmak yolunda, bizi Yaratanın faydamıza olacak emirlerini yerine getirerek enerji açığımızı doldurmamız gerekiyor.

Sonlu yaşamda SONSUZ sevinçler yaşamak için..

Işığımız parlasın, vicdanımız hareketlensin ve bluetooth’umuz açık kalsın.


Muhabbet ve hürmetlerimle...

GÜNEDOĞAN