18 Aralık 2008 Perşembe

ALTIN BUZAĞI



Bugünkü mesaim de bitti ve ben evimin yolundayım her akşam olduğu gibi. Gökyüzüne bakıyorum… Günler birbiri ardına geçiyor, ömür yolumuzda koşar adımlarla yürüyoruz.. Yolu bitirmek üzereyizdir belki! Etrafımdaki insanlara bakıyorum, hepsi çeşit çeşit.. Aynı finalin koşucularıyız hepimiz. Ama sanki herkes ölüm ve ahiret gerçeğini birbirinden gizliyor gibi. Derin bir unutuş sarmış bizleri…

Yol kenarındaki dükkanlardan birine ilişiyor gözüm. Kuyumcu dükkanı! Vitrininde göz alıcı bir sürü altınları var.. Altınlar… Toprak altındaki sarı maden. Altınlar… Bu dünyanın pek değerli nimetleri..

“Benim hayat toprağımın altında hangi maden var?” diye düşünüyorum..Yani yaşamımda en çok değer verdiğim şeyler ve bana en faydası olacak şeyler.. Öncelediklerim ve önceliklerim neler mesela? Ve ertelediklerim… Önce bunlar olmalı dediğim şeylerin, beni Yaratanın katında ne anlama geldiğini ve ertelediklerimin de ne gibi olumsuz sonuçları doğuracağını sorguluyorum içimde. İç alemimde bir mahkeme esintisi yaşanıyor. Aklım, kalbim ve ruhum ise davacı koltuğuna oturtulmuş; iradem davalı olarak savunmasını yapıyor:

‘‘Ey bünyesinde yer aldığımız falanca kişi!
Sen karşına çıkan olaylar karşısında tercihlerini nasıl yapıyorsun?
Maddi anlamda zarar göreceğin bir konuda, Hak uğruna Allah adına karar verebiliyor musun?
Makamını kaybetmek uğruna bir mazlumun hakkını koruyarak, şerefi pek yüksek manevi makamlara yolculuk edebiliyor musun?
Yoksa hırslarınla işbirliği içinde olup mazlumların üzerine basıp yükselme peşinde misin?
Sana verilen geçici cazibeyi haram yolda kullanıp insanların üzerine ipler takarak onları şeytanın yolunda mı oynatıyorsun?
Helale haram katarak dünyevi kazancını düşünen fakat ahiret nimetlerini elinin tersiyle itenlerden misin?
Biraz daha rahat yaşamak için leş kargalarının esiri mi oluyorsun?...’’

Sorular birbiri ardına dönüyor içimdeki mahkemede…

Hz.Musa’nın hayat kıssalarından biri geliyor aklıma.
Ümmetini kısa bir süre bırakıp yanlarına geri döndüğünde onları buzağıya tapar bulmuştu.
Bizler de böylesi buzağılar edinmemiş miyiz kendimize?
Son model arabamız, hisse senetlerimiz, banka hesaplarımız, oturduğumuz koltuk, şöhret, çocuklarmız, eşimiz, işimiz, havadar onbirler, renkli karakutular, tek taşlar, çok taşlar, yiyebilen kürkler, deverandaki ganyanlar, akşamki sezon finali ve daha bir çoğu hayatımızın neresinde..
İbadet etmeye vesile mi oluyorlar, yoksa onları tanrı mı ediniyoruz kendimize?
Hepsi altın buzağı makamına geçip hayatımızın amacı olmuşlar sanki..
Anlaşılan, varlığımızdaki değerli düşünce piramitlerini ters çevirmiş ve en önemlilerini en alta geçirmişiz..

Biri 24 saatimizi kaydedip bize gösterse...
Nasıl yaşadığımızı, neleri dert edindiğimizi, neye öncelik verdiğimizi o kayıtlarda daha net izleyeceğiz ve dertlerimiz olarak kabul ettiklerimizin, sonsuza taşınan çok değerli hayat yolunda küçücük bir kıymık parçası olduğunu esef ve hayretle göreceğiz.
Bir ilahi uyarı da bizleri dikkatli ve özenli yaşamaya davet ediyor:

"Her nefis öncelediklerini ve ertelediklerini bilip öğrenmiştir."
İnfitar Suresi-5

Yürüdüğüm yol bitti ve evimin kapısındayım şimdi.
Yol boyunca yapmış olduğum düşünce jimnastiğinde kendime son söz olarak şunu söylüyorum:

Hatırlanmaya değer olanı unutmak, unutulması gerekenleri hatırda tutmak. Öncelediklerimizin değersizliği karşısında ertelediklerimizin muazzam önemi.

Önceliklerimi bir an önce, ertelemeden muhasebe edip benden istendiği şekle getirebilmeliyim…
Henüz yaşıyorken, vakit varken!

Muhabbet ve hürmetlerimle...GÜNEDOĞAN